Çok sevdiğim bir arkadaşım var. Yıl iki bin dokuz. Öğrenciyim o zamanlar bambaşka şehirlerde. O dönem Facebook var sadece, internet zaten kısıtlı. Bir şeyler karaladım. Saat en az şimdiki kadar gecenin bir vakti. Hangi insan bu vakit çevrimiçi olur ki? Olmuş, bakmış. DM yeni yeni başlamış o dönem, yazdı; “Ne zaman yazacaksın bunları?” diye. Dedim; “Yazarız bir ara”. Sonra hep yazdım. Bir kenara attım. Bazen çantandaki not defterine yazdım, bazen çoğu dolu bir A4 kağıdına karaladım. Gün geldi, zaman geçti bazen telefondaki not defterine yazdım.
Sonra yine aynı kişi tam sekiz sene sonra evime geldi. Sordu ki; “Yahu bu kadar yazılan ne zaman bir kitap olacak?”. Evet, artık taşmıştı. Onun bu arzusuna tek bir şartım vardı: -Sadece yazmayı sevmiyordum. Yazı yetersizdi. Kusursuz mimesis için yazıdan ziyade başka sanatlara da gerek vardı. Ve bu senelerce merak ettiğim, uğraştığım resim olmalıydı. Zaten soyutu en çok somuta yansıtan sanat değil miydi resim? Eğer bu yazılarıma resimler eşlik edecek ise toplanacaklardı bir araya. Yoksa yolların çizgileri gibi ayrı ama hep beraber kalacaklardı sonsuzlukta-. Denedik beraber, uğraştık. Fakat betimleme işi olmazdı bazı günümüz sebepleri ile. Ama o arkadaşım yılmadı ve en son beni ikna etti.
Sonunda kavuştu dizelerim uzun zaman sonra yeniden aşkını tüketecek olan aşıklar gibi. Yol verdi sevdiğim ressamlar kıtalarıma. Evet, hep amatördüm. Yine kendi kendime devam ediyorum bir şeyler karalamaya ve yine o arkadaşım yardımcı oluyor o yazılanları toparlamaya. Bir tanesin sen, yazdıklarımızın birlikte bir kapak altında buluşması dileklerimle…